Neden Gök Tanrı İnancı?


Tarihleri boyunca bir çok uygarlığın kurulmasında doğrudan ya da dolaylı olarak rol alan Türk milletinin, günümüz dünya medeniyetini şekillendiren ana unsurlar üzerinde ne kadar etkili olduğunu düşünüyorsunuz?
Biz söyleyelim, bu sorunun yanıtı “tahmin ettiğinizden de fazla” olmalı… Günümüzden binlerce yıl önce Türklerin anavatanı olan Orta Asya’da dönemin en büyük ve güçlü uygarlığını kuran Türk halkı, asırlar süren savaşlar ve göçler sonucunda Asya’dan Avrupa’nın kuzeybatısına ve hatta Kuzey Afrika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyanın etnik ve kültürel yapısını değiştirdi, hatta yeniden şekillendirdi.
Buraya kadar olan tüm bu bilgileri herhangi bir tarih kitabından da okuyabilirsiniz. Ancak Türklerin bu denli büyük ve güçlü bir medeniyet kurmasının arkasında yer alan itici güç –bilinçli ya da bilinçsiz olarak- hep göz ardı edildi. Türklerin, o dönemde sahip oldukları Gök Tanrı (Tengri) inançları ve töre olarak adlandırılan toplumsal kurallar bütünü; halkın eşitlikçi, adaletli ve özgür bir toplumsal anlayış içinde yaşamasını sağlarken; ahlaki, sosyal ve kültürel açıdan güçlü ve temiz bir toplumsal yapının oluşmasına olanak vermişti. Türkler, inançlarının onlara verdiği bu bilgi ve güçle bundan 2 bin yıl önce Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar, bilinen eski dünya coğrafyasının tümüne hakim olmuşlardı. Bu durum, toplumsal yapıdan, askeri güce kadar her alanda etkisini hissettiren Tanrı’nın inayetinin mutlak bir sonucuydu. Ve bu durumu bundan başka mantıklı bir sebeple açıklamanın da hiçbir yolu yoktu.
Dolayısıyla o dönemde;
- Gücünü Tanrı’dan alan, temeli aileye dayanan, kadınların eşit, hatta bazı açılardan üstün birey olarak görüldüğü,
- Törenin gücü ve otoritesi sayesinde gayrimeşru ilişkilerin yaşanmadığı (İnsanların içsel olarak bu motivasyonu hissettiği) ve bu yüzden gelecek nesillerin de emin ellerde ve gerekli bilgi ve ahlakla yetiştirildiği bir toplum yapısına ulaşılmıştı.
Gök tanrı inancının bir diğer özelliği de, bu din kapsamında gerçekleştirilen ritüellerin, semavi dinler olarak sınıflandırılan günümüz inanç sistemlerinin pek çoğunun temelinde de yer alması; hatta bu dinlerin bire bir Tengri inancının özelliklerini yaşatmasıdır. Bu durum pek çok araştırmacı tarafından eski Türk inancının, günümüz yaygın inanç sistemlerinin temelini oluşturduğu şeklinde yorumlanmaktadır. Bununla birlikte eski Türk toplumlarındaki inancın, geniş bir coğrafyada kendilerinden sonra gelen toplumlar üzerindeki dini, sosyal ve kültürel etkileri sadece bununla da sınırlı değildir. Tüm bu unsurlar sitemizin ilgili bölümlerinde detaylı olarak tartışılarak gözler önüne serilmiştir.
Peki Türk inanç ve kültürü dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan toplulukları sosyal ve kültürel açıdan ne denli etkileyebilmiş?
Bu sorunun yanıtı da Batı tarihçilerinin etkilerinden kurtulmayı başarmış bağımsız araştırmacıların, Asya, Anadolu, Avrupa, Kuzey Afrika ve Yakın ve Ortadoğu başta olmak üzere Türklerin tarihte yaygın olarak yaşadığı bölgelerde gerçekleştirdikleri çalışmalar sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Bu bölgelerde bulunan binlerce yıllık pek çok tarihi bulgu ve kalıntılar üzerindeki yazı ve semboller, Orta Asya’da binlerce yıl önce var olduğu Batılı tarihçilerce de kabul edilen Türkçe sembollerle büyük uyum göstermiştir. Bunun sonucunda da Türklerin binlerce yıldır bu bölgelerde yaşadığı, hatta Türk etkisinden uzak olduğu kabul edilen Kuzey Avrupa bölgelerinde kurulan uygarlıklarda bile bu izlerin yer aldığı görülmüştür. Dahası Kuzey Amerika’daki Kızılderililer ve Mayalar gibi uygarlıklarının kalıntılarında dahi bu izlere ulaşılmış, bu da Orta Asya’dan gerçekleşen Türk göçlerinin sadece Batı yönünde olmadığının en büyük kanıtlarından birini oluşturmuştur.
Tüm dünyayı şekillendiren ve Türkleri o dönemde dünyanın en büyük gücü haline getiren bu inanç ve yaşam sistemi ne oldu da geri plana itildi?
İslamiyet’in Arap Yarımadası’ndan Asya kıtasına doğru yayılmaya başladığı dönemlerde, Türkler Ön Asya’nın Semerkant ve Buhara gibi en önemli kültür ve ticaret merkezlerine hakim konumdaydılar. Bu dönemde bir yandan dinlerini yaymak ve diğer yandan da daha fazla ganimet ve köle elde etmek isteyen Araplar, tarihi İpek Yolu üzerindeki bu zengin Türk şehirlerinin kapılarına dayandılar. Arap milliyetçisi Emeviler’le 70 yıldan fazla süren kanlı savaşlar ve ardından nispeten ılımlı Abbasiler’le geliştirilen ilişkilerin ardından Türkler İslamiyet’i kabul etmek durumunda kaldılar. Böylece o tarihlerden 300 yıl kadar önce Attila’nın Avrupa’ya taşıdığı Türk topluluklarının inançlarının, Pagan Roma İmparatorluğu tarafından Hıristiyanlığa dönüştürülmesinin ardından; bugün Anadolu’ya kadar ulaşıp modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk boyları da Ön Asya’da uğradıkları kırımın ardından kendi inanç sistemlerinden vazgeçmek durumunda kalarak İslamiyet’e geçiş yapıyorlardı.
Bu siteyle amaçlanan nedir?
Sadece geçmişte değil, artık 21. Yy.’ı yaşadığımız bu günlerde dahi, hala din temelli ayrılık ve çatışmalar dünyanın pek çok bölgesinde binlerce insanın ölümüne yol açıyor; üstelik semavi dinlerin hepsinin de şiddeti ağız birliğiyle lanetlediği halde… Bu ne büyük bir çelişkidir!
Bu da dinlerin, ya politikacılar ya da bizzat dini önderlerce, dünyevi bir takım güç ve çıkar ilişkileri doğrultusunda suistimal edilerek kötüye kullanıldığının en büyük kanıtıdır. Bunun sonucunda da olan, elinde inancından başka hiçbir şeyi olmayan, inançlı olduğu kadar da masum insanlara olmuş, milyonlarca insan din temelli çatışmalarda hayatını kaybetmiştir. Bu durumun bize göre en önemli sebebi var olan inanışların içinde hapsolduğu dünyevi kalıplar neticesinde, asıl temel işlevlerini yerine getirmekten uzaklaşmalarıdır. Tüm bunların ardından, bütün dinlerle ulaşılmaya çalışılan aynı yüce Tanrı olduğu halde, bu denli büyük ayrılıklar ve de trajediler din adına yaşanmaya devam etmektedir. Bu artık mantık sınırlarını zorlayan bir süreçtir.
Peki günümüzde içinde olduğumuzu iddia ettiğimiz ‘bilgi çağı’ndan bir sonraki aşamaya bu mantıkla mı ulaşacağız?
Bize göre dinlerin temel işlevi:
- Tanrı ile insanlar arasında var olması gereken güçlü bağları kurması,
- Ve bunun neticesinde düzenli ve ahlaki açıdan güçlü bir toplumsal yapıya ulaşılarak içinde bulunulan toplumu ve bunun sonucunda da tüm insanlığı daha ileri boyutlara taşıyacak bilimsel gelişmelerin yaşanmasına katkı sağlamak olmalıdır. (Evet bambaşka bir çağdan bahsediyoruz, ama bu da ayrı bir yazı konusu.)
Bu noktada, eski Türklerde hüküm süren Gök Tanrı (Tengri) inancı ve o dönemde bu inanç sistemi sonucunda Türk toplumunun ulaştığı nokta, bize önemli açılımlar yapma fırsatı sağlayacaktır. Eski Türkler, Tanrı’nın gücünü ve inayetini her zaman yüreklerinde hissediyorlardı. Ondan aldıkları güç ve bilgiyle sınırlarını Avrupa’ya dek ulaştırdılar. (Onlar Batılı tarihçilerin aktardığı gibi barbar göçebeler değil, kendilerine yerleşecek yeni topraklar arayan yürüyen evli keşifçilerdi; tıpkı 18-19. Yy.’larda Avrupa’dan yeni kıta Amerika’ya yeni bir hayat için göç edenler gibi. Amaçları din uğruna savaşmak ve öldürmek değil, verimli topraklarda yeni bir yurt bulmaktı.) Eski Türkler için temel olan, öncelikle iyi ve erdemli birer insan olabilmekti. Adaletli ve dürüst olmanın, bunun sonucunda Tanrı’nın inayetini (kut) kazanmanın mükafatı da cennetti. Hayatlarını gittikleri yeni coğrafyalarda bile bu yüksek değerlerle sürdüren Türk boyları tarihte hiçbir dönem toplumsal bir çöküş ve ahlaksızlık içinde yaşamadılar. Hiçbir zaman onlara güç veren, doğru yolu gösteren; kötülüklerini cezalandırırken, iyiliklerini de mükafatlandıran Tanrı’yla olan bağlantılarını koparmadılar.
O erdemli Türk toplumuna bugün ne oldu?
Bugünse gerçekten buhranlı bir dönemi yaşıyoruz. Farkında mısınız? Özellikle gençler, inançlarını her zamankinden daha fazla sorgular oldular. Bu noktada inanç sistemlerinin günümüz insanının yaşam standartlarına ve toplumsal hayatına uygun olmaması önemli bir etken olarak karşımıza çıkmakta. Örneğin uluslar arası kurallara göre çalışan çok uluslu bir işletmede tam zamanlı olarak çalışan bir insanın oruç tutmasını ya da namaz kılmasını ne kadar bekleyebilirsiniz? Tabii ki dinlerin kural ve şartları doğası gereği tartışmaya açık değildir. Ancak bu durum onların yeniden yorumlanmasına engel de olmamalıdır. Sonuçta konumuz olan Gök Tanrı inancı da dahil olmak üzere, tüm inanç sistemleri yayıldıkları coğrafyalarda oralardaki farklı insan topluluklarıyla etkileşime girerek farklı boyutlar kazanabilmiştir.
Burada önemli olan Tanrı’yla insan arasındaki bağın eski dönemlerde olduğu gibi yeniden kurulabilmesidir.
İnsanların Tanrı sevgisini yeniden içlerinde hissedebilmeleri ve onun erdemlerini hayatlarına yansıtabilmeleri ancak ve ancak bunun tinselliğini tüm benliklerinde hissetmeleriyle, o bağı yeniden kurabilmeleriyle mümkündür. Aksi taktirde;
- Din eğitiminde verilen ezbere dayalı yüzeysel bilgiler,
- Çağa uyum sağlayamayan ritüeller (özellikle Türk toplumu için düşünüldüğünde, başka bir toplumun adet ve yaşam tarzına göre şekillenmiş ibadet ritüellerinin aslında Türk toplumunun iç yaşamına ve ruhani dünyasına uygun olmaması),
- Toplumsal baskı ve hatta dayatmalar, insanları o ruhani boyuttan daha da uzaklaştırmaktadır.
Bir toplum yapısı içinde halkın zihniyetine ve toplumsal yaşam tarzına uygun olmayan inanç sistemleri zaman içinde yok olmaya mahkumdur. Çünkü insanlar isteseler de bunun bir parçası olamazlar ve buna aleni olarak karşı çıkmaya çekinseler de, içten içe bunu reddederler. Belki de bu yüzdendir ki dünyada özellikle gençleri din konusunda bizim kadar çelişkiye düşen başka bir toplum daha yoktur. Bu bile başlı başına bir kanıt değil midir aslında?!.
Biz yaratıcıyla aramızda olan, ancak daha sonra çeşitli sebeplerle kopan bu bağı yüzyıllar sonra yeniden kurmak istiyoruz. Bu sitenin çeşitli bölümlerinde hem eski inancımız olan Gök Tanrı (Tengri) inancı; hem de biz Türkleri, bir dönem dünyanın en büyük gücü haline getiren toplumsal ve kültürel yapımız hakkında pek çok bilgi ve içerik bulabileceksiniz.
Bundan sonrasıysa tamamen size kalıyor, bu satırları okuyan siz değerli insanların teker teker her birine… Her insan zamanı geldiğinde kendi kişisel devrimini gerçekleştirmeli ve ruhsal açıdan yükselme adına gereken adımları atmalıdır. Tabii öncelikle yaşamınızda bunun ihtiyacını hissedeceğiniz o dönüm noktasına ulaşmanız gerekir. O andan itibarense bu ilhamla araştırıp bulacağınız bilgiler size bambaşka ufukların kapısını aralayacaktır. İşte şu an okuduğunuz bu satırların yazarı da, size bu konuda en azından bir başlangıç noktası oluşturmayı amaçlayarak bu web sayfasını oluşturmuştur.

0 yorum:

Yorum Gönder